Türkiye Öğrenilmiş Çaresizliği Yıktı

‘Dokuzuncu Yılında 15 Temmuz Özel’ konulu söyleşiyle SUBÜ Konuşmaları’nın 101’inci konuşmacısı olan akademisyen ve yazar Prof. Dr. Atilla Yayla, Türkiye’nin 15 Temmuz süreciyle birlikte öğrenilmiş çaresizliği yıktığını söyledi.

Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi (SUBÜ) tarafından düzenlenen SUBÜ Konuşmaları’nın 101’inci konuşmacısı, ‘Dokuzuncu Yılında 15 Temmuz Özel’ konulu söyleşiyle akademisyen ve yazar Prof. Dr. Atilla Yayla oldu. Moderatörlüğünü Rektör Danışmanı Dr. Öğretim Üyesi Rüstem Keleş'in üstlendiği söyleşide; 15 Temmuz darbe girişimi ve milletin gösterdiği direniş ele alındı. Programın tamamı üniversitenin YouTube kanalı SUBÜ Haber’den istenildiği zaman izlenebiliyor.

Halk silahsız ama kararlıydı

Darbelerin Türkiye demokrasisine en büyük zararı veren olgular olduğunu söyleyen Prof. Dr. Atilla Yayla, “Ben 15 Temmuz’da yaşananları 'Şanlı Direniş' olarak adlandırıyorum. Bu, halkın darbeci güçlere karşı ayağa kalkarak demokrasiyi koruma iradesidir. Bu büyük olay, İngiltere’nin 1688’deki Şanlı Devrimi ya da Amerika’nın 1776’daki bağımsızlık beyannamesiyle kıyaslanabilecek ölçüdedir.

Direnişin bu denli etkili olmasının arkasında halkın birikmiş öfkesi ve siyasi liderliğin kararlı duruşu vardı. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın halkı meydanlara çağırması, toplumun harekete geçmesini sağladı. Darbeciler bunu beklemiyordu. Kararlı liderlik, halkın enerjisini doğru yönlendirdi.

Bu direnişin bir parçası olmaktan onur duyuyorum. 15 Temmuz direnişi tüm dünyaya örnek olacak bir olaydır. Bu halk silahsızdı ama kararlıydı. Tankların önü kamyonlarla kesildi, havaalanlarında dumanla uçak kalkışları engellendi.

Bu direniş çok kısa sürede sonuç verdi. Eğer uzasaydı, sivil destekli bir iç çatışmaya dönüşebilirdi. Allah’a şükür ki öyle olmadı. Bu bakımdan 15 Temmuz yalnızca Türkiye için değil, tüm dünya demokrasileri için ilham verici bir model oluşturmuştur” diye konuştu.

Batı demokrasiye sahip çıkmadı

FETÖ’nün vesayet hedefini ve Batı’nın tutumunu anlatan Yayla, “Bu darbeyi gerçekleştiren grup başlangıçta dini bir yapı gibi görünüyordu ama daha sonra anlaşıldı ki aslında güç odaklı bir organizasyondu. Bürokrasiye, yargıya, medyaya olağanüstü yatırımlar yaparak devletin kılcal damarlarına kadar sızdılar.

Dini söylemler kullandılar ama dindar bir yapı olmaktan çok, iktidarı tekeline almak isteyen, gücü hiç kimseyle paylaşmak istemeyen bir yapılanmaydılar.

Biz onları önce mazlum, dışlanmış dindar çocukların hak arama çabası zannettik ama gerçek çok farklıydı. Aslında bunlar, bürokratik vesayet sistemini ele geçirip kendilerini bu sistemin baş aktörü yapmak istiyorlardı.

Diğer yandan Batı, 15 Temmuz gecesi açıkça demokrasiye sahip çıkmadı. 'İtidal çağrısı yapıyoruz' gibi anlamsız açıklamalarla zaman kazandılar.

Darbenin başarısız olduğu anlaşılınca, ancak o zaman gerekli açıklamalar yapıldı. Bu da Batı’nın siciline utanç verici bir not olarak yazıldı. FETÖ’nün Amerika’da barındırılması, liderinin iade edilmemesi ve özel koruma altında tutulması da Batı’nın bu yapıyla olan stratejik ilişkilerini gözler önüne serdi” ifadelerini kullandı.

Bürokratik vesayet tehlikesi

Türkiye’deki bürokratik vesayete değinen Yayla, “Türkiye gibi ülkelerde bürokratik vesayet potansiyel değil, fiili bir tehlikedir. Bu yalnızca darbelerle sınırlı değildir; askerlerin siyasetçiye muhtıra vermesi, işleri engellemesi veya doğrudan müdahale etmesi de bu vesayetin parçalarıdır. Halk genellikle bu vesayetin farkında olmaz, ancak askeri müdahaleler yaşandığında bunun ne olduğunu anlayabilir. Bu sistemde, kim seçilirse seçilsin, iktidarın kilit alanları atanmış kişilerin elindedir. 15 Temmuz’da yaşananlar da bu vesayet anlayışının son bir hamlesiydi” dedi.

Darbe dönemi kapandı

Seçimle gelenin seçimle gideceğini vurgulayan Yayla, “15 Temmuz darbesi sadece mevcut hükümete değil, tüm demokratik siyasete yönelik bir saldırıydı. Darbeci grup siyasetten hoşlanmayan ama tüm siyasi partileri kullanmaya çalışan bir yapıydı. Ancak bu sefer halk 'dur' dedi. Liderliğin kararlılığıyla birlikte halk ayağa kalktı.

Bu darbe önlendi ama kazanan sadece iktidar partisi değil, tüm Türkiye demokrasisi oldu. Halk artık şu bilince ulaştı: ‘Patron benim. Seçimle gelen, seçimle gider.’ Bu, Türkiye için büyük bir kazanımdır.

15 Temmuz’dan sonra Türkiye’de darbelere karşı ciddi bir bağışıklık oluştu. Artık bu milletin sokağa çıkıp darbeye direnebileceği biliniyor. Bu bile darbeyi düşünmek isteyenleri birkaç kez düşünmeye zorlar. Elbette herkes darbeye karşı değildir, ama direnişe hazır, inançlı ve kalabalık bir kesimin varlığı büyük caydırıcılık yaratmıştır. Ben Türkiye’de darbe döneminin kapandığını düşünüyorum” diye konuştu.

Artık asıl aktör siyasetçiler ve halk

15 Temmuz’un Türkiye’ye getirilerinden bahseden Yayla, “15 Temmuz’da bazı Kemalistler, bazı sol kesimler ve dar görüşlü Türkçüler darbecilere mesafesiz yaklaştı. Ancak Kürt halkı, özellikle Güneydoğu’da, çok daha asil ve net bir duruş sergiledi. Adalet ve Kalkınma Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi tabanıyla birlikte Kürtler de direnişin bir parçasıydı. Bu, Türkiye’nin birlik ve beraberliği açısından çok değerliydi. Eğer 15 Temmuz gerçekleşseydi, bugün terörsüz Türkiye hedefi olmayabilirdi. Bu süreç güçlü bir liderlik ve deneyimli bir siyasi irade gerektiriyor. AK Parti bu konuda ciddi açılımlar yaptı. Kürtlerin inkârını ve asimilasyon politikalarını sonlandırdı. Kürtçe üzerindeki yasakları kaldırdı. Bu iktidar olmasaydı, muhtemelen bu reformlar da olmazdı. 15 Temmuz’un bastırılması, Kürt meselesinde çözüm ve barış sürecine de büyük katkı sağlamıştır. Türkiye, 15 Temmuz süreciyle birlikte öğrenilmiş çaresizliği yıktı. Eskiden herkes genelkurmay başkanının adını bilirdi. Şimdi gençler bırakın genelkurmayı, yaşadıkları şehirdeki garnizon komutanını bile tanımıyor. Bu, askerin siyaset dışı kalmasının bir göstergesi. Artık asıl aktörler sivil siyasetçiler ve halktır. Demokrasi bilinç olarak kök salmıştır. Bu gelişmeler, 15 Temmuz’un Türkiye’ye kazandırdığı en büyük kazanımlardan biridir” ifadelerini kullandı.